Vefam

Bir şeyi bin farklı şekilde de anlatsan biri seni anlamak istemiyorsa anlamıyor. İnsanlar değer vermedikleri insanı anlamazlar. Yanlışı onarmaya çalışmazlar. Boşuna yorulmayın yani muhtemelen de o kişi sadece size karşı böyledir.

Öns'öz

 Bu hikâye tamamı ile şahsım tarafından yaşanmış olup, hikayede birçok kişinin adı kullanılmak yerine, o, bu, şu, Öz, A ve B (...) kişisi olarak hitap edilmiştir. Tüm hakları tarafıma aittir ve kendi kişisel web sitem için kaleme alınmıştır. Kimsenin özel hayatına dair bilgi verilmemiştir. Saygılar.

Dostluğun Öz'üne

Bir şey oldu!

 Hayatınız boyunca hiç bir şeye imkansız demeyin, olmaz, olamaz demeyin. Öyle bir olur ki! Öyle bir an gelir ki ne yapacağınızı şaşırırsınız. Sizlere hayatımın en sancılı 2 yılını anlatmak istiyorum. Herkesin bir yerlerde saklı kalmış veya çürümeye terk edilmiş acılı bir hikayesi vardır, benim de vardı, lakin benim ki bir hayli farklıydı ve kabullenmesi de bir hayli zordu, benim herkesinkinden farklıydı! Benim hikayem silahı kafama dayayıp tetiğe basmaya ramak kala olan bir hikayeydi. Psikoloğumun; "Ya arkadaş sen âşık olmuşsun!" diyerek, koyduğu tanı ile beni zıvanadan çıkarttığı tuhaf bir durumdu. Dostlarım ve psikologlarımın mücadelesi sayesinde atlatmak üzere olduğum bir hikayeyi sizlere burada anlatmak istiyorum. Başlıyoruz...


 2017 yılı benim için baya hareketli bir yıldı, Almanya ve Fransa'da aldığım oryantasyon eğitimlerinin ardından tüm yaz gezdiğim Türkiye, tatil bölgeleri, deniz, kum ve kadınlar falan derken güzel bir yıl geçirmiştim, yaz bitmişti, tatil bitmiş ve okullar açılmıştı. Hayatım o kadar güzel ilerliyordu ki, her günüm bir önceki günümden daha hareketliydi ve daha güzeldi. Projelerim ve yaptığım çalışmalar gerek okulumda gerek dışarıdaki hayatımda bana çevrem tarafından büyük bir saygınlık kazandırmıştı. Her şey yolundaydı, ta ki bir kişiyi tanıyana kadar.

En büyük dostluklarda Kasım'da başlar!

 Ben hayatım boyunca nerede bir dertli görsem hep yardımcı olmaya çalışmışımdır. Ne zaman bir yerde boynu bükük görsem yerimde duramam hayatlarına yardım etmek istemişimdir. 2017'nin soğuk bir Kasım ayıydı, eğitimini almakta olduğum lisenin pansiyonunda biri vardı, her gecen gün daha da dikkatimi çekiyordu, sanki onda bir sorun vardı ve benim ona bir şekilde yardım etmem gerekiyordu. Bu kişinin hayatımı mahvedeceğinden haberim yoktu, bir yerlerde hep göz göze geliyorduk, bana bakarken sanki "Bana yardım et!" der gibiydi, bir şeyler olmalıydı, bir sorun, belki de bambaşka bir şey, çözüm bulmalıydım, ona da yardım etmeliydim.

 Bir gece yarısı onun yine uyumadığı ve telefonu ile vakit geçirmeye çalıştığı, oda arkadaşlarının ise bu durumdan rahatsız olduğu kulağıma gelmişti. Ayaklarımın üzerine doğruldum ve derin bir nefes almıştım. Sakin adımlarla onun odasına doğru yola koyuldum ve onun yanına sakince oturdum, "Nasılsın?" sorusuyla başlayan sohbet yaklaşık 4 saat sürmüştü. Bana bir çok şeyini anlatmıştı, hayatını, ailesini, arkadaşlarını, hatta telefonunun galerisindeki çoğu fotoğrafını bile bana göstermişti, hayatını ve ailesini bana övüyordu, aşk hayatına kadar bana bir şeyler anlattıydı. Sabaha karşı 4 sularına kadar ettiğimiz sohbet onun sadece bir kız yüzünden dertli olduğu kanısına varmamı sağlamıştı. Sohbetin son dakikalarında asi davranışları canımı sıkmış ve ben en sonunda uykulu gözlerle ondan müsaade istemiştim. Sabah ne olacağını kimse bilemiyordu. Sabah yine güneş doğudan doğacaktı ama ben dünyaya gözlerimi farklı açacaktım. Ne acıydı hiçbir şeyden habersiz bir şekilde odama çekildim, telefonumdan son gelen e-postaları ve bildirimleri kontrol ettim, yorganımı üzerime çektim ve uykuya daldım. Üzerimde hafif bir yorgunluk vardı ve aklımda ise az önce tam anlamıyla tanımış sandığım yeni arkadaşımın hikayesi. Düşüncelerle uykuya dalmıştım...

 Sabah telefonumun çalması ile uyandım, sabah dediğime bakmayın saat 12 olmuştu ve uykulu gözlerle elim telefonu arıyordu, telefonu elime aldığımda arayan kişi oydu, bu saate kadar uyumamdan dolayı beni fırçalıyor, çarşıda olduğunu söylüyor ve beni çarşıya bowling oynamaya davet ediyordu, ben ise uykulu gözlerle ve titrek sesimle gelemeyeceğimi söyledim ve kapatmıştım telefonu. Zar zor pansiyonumun yemekhanesine kahvaltı yapmaya inmiştim. İçimde garip bir yanma vardı, aklımda ise o çocuk, çayımı yudumlarken, aşçımız Abdullah Abi ile sohbet ediyordum, bir yandan da hep onu düşünüyordum. Belki de defalarca sormuştu aşçı; "Neyin var? Bugün neşen yerinde değil!", her soruya cevap verebilen ben bu soruya bir türlü cevap veremiyordum. Veremezdim çünkü nedenini bilmiyordum, garipti, aklıma yıllar önce çocukluk aşkım olan Merve'ye karşı hissettiğim duygular geliyordu, göğüs kafesimde yanma, belli belirsiz bir mutluluk ve aklımın köşesinde dün geceki tanıdığım kişinin konuşma tonu. Bir şeyler oluyordu ama ne?! O korktuğum şey olamazdı, olmamalıydı! İmkansızdı! Ama oluyordu sanırım. Hep onu merak ediyordum, yemek yerken, sigara içerken veya bir sohbetin ortasında hep aklıma o geliyordu. Aman Allah'ım suçum neydi acaba benim? Bu bir ceza mıydı yoksa armağan mı? İyi şeyler mi olacaktı? Bilmiyordum ama artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı! Binlerce insan tanımıştım ama bu tanıdığım insan hepsinden farklı duygular yaşatmıştı bana. Ne olduğunu bilmiyordum ve yarının bana daha neler getirecek olduğunu da bilmiyordum ve inceden korkmaya başlamıştım.

 Günler günleri kovalarken onun yanında olduğum zamanlar, Onun o güler yüzü, bana karşı olan samimiyeti ve inancı beni Ona daha çok bağlıyordu, onu her geçen gün daha çok kanımdan ve canımdan görmeye başlamıştım, öz kardeşim hiç olmadıydı ama onu sanki öz kardeşim gibi görmüştüm, Ona çok değer veriyordum, onun da bana karşı benim ona verdiğim değer gibi değer verdiğini düşünüyordum. Umarım yanılmıyorumdur diye de kendi kendimi ikaz ediyordum. Akşamları beraber sohbetler edip onu daha da yakından tanımaya çalışıyordum ve onun yurtta sıkılmaması için elimden geleni yapıyordum, evet ilk defa birisi için kanla başla mücadele ediyordum. Sonunda ne olacağını bilmeden bir şeyler iyi olsun, resmen daha da iyi olsun diye mücadele ediyordum. Her şey yolundaydı ya da yolunda gibiydi, onun yeni bir sevgilisi vardı ve o mutlu olunca ben de mutlu oluyordum, belki de ondan daha çok mutlu oluyordum. Günler öylece geçip gidiyordu ve ben onunla vakit geçirmekten çok memnundum, geceleri yanıma sohbet etmeye geliyor ve saatlerce dertleşiyorduk.

Uyku

 Bir gece yanımdaydı ve benle sohbeti kesti telefonunda bir şeylere bakıyordu, ben ise tabletimde sosyal medyada gezinirken onun uyuya kaldığını fark ettim, onu uyandırmak istedim ama ilk denememde uyanmadı, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum ve o o kadar güzel uyuyordu ki uyandırmaya kıyamadım, çok değer verdiğim başka bir kardeşten öte arkadaşım olan Emirhasanoğlu'ndan ne yapmam gerektiği konusunda yardım istedim, dediği sadece; "Odası soğuk, gitmek istemiyordur, bilerek uyuyakalmıştır, boşver uyusun orada." dedi. Ben ise o uyurken Emirhasanoğlu ile biraz sohbet edip, sonrasında sabaha kadar onu izledim. Bana uykusunda sağdan sola dönerken o sarılması beni orada sarsmıştı. Hiç kardeşimin olmaması mıdır? Yoksa herkese karşı soğuk davranmam neticesi midir? Bilinmez ama yılların birikimi olan vefa yükü ona orada o gece patlamıştı, artık hiç iyi değildim, sanki o olmazsa hiç bir şey olmazmış gibi hissediyordum. Onun yanında olduğum vakit her şey sıradandı, sanki içimde, o yüreğimdeki yanma yoktu, lakin ondan uzak kaldığım vakit içimde yolunda gitmeyen bir şeyler oluyordu. Yanıyordu göğüs kafesim ve hep onu düşünüyordum. "Acaba durumu nasıl?", "İyi mi?", "Canı sıkkın mı?" hep ben bunlarla beynimi yoruyordum. Bir şeyler olmuştu! İyi değildim! Artık hiç iyi değildim! Günler ondan uzak kalınca bana zehir oluyordu ve benden onun sıkılıp uzaklaşması an meselesi gibi hissediyordum. Bir şeyler yapmalıydım, iyi veya kötü bir şeyler olmalıydı, okulumun birinci dönemi bitiyordu, bir kaç hafta kalmıştı ve o gidecekti, benim ondan ilk kopuşum olacaktı, aramıza yüzlerce kilometre girecekti ve o şuan yanımda uyuyordu. Ben ise olacakları ve olmayacakları düşünüyordum, o yanımdaydı, mutluydum, peki ya sonrası, muamma! Bir karar vermeliydim, ya hep onunla iyi olacaktım, ya da ondan uzak kalmalıydım.

Kahve Hatrına

 Hafta sonları memleketine gitmediğinde beraber takılıp, beraber film izler, beraber gülüp eğlenirdik, hafta içi de öyleydi ama hafta sonu onunla geçen zaman bambaşkaydı. Arkadaşlarımı, çevremi geçici bir süre sessize aldım, onlarla takılmaz oldum. Bu karmaşık duygu geçene kadar onlarla pek fazla muhatap olmamaya başladım. Onunla takılıp eğlenmeye başladım, benim çalışma odama gelip o da benimle vakit geçiriyordu, mutluyduk, birbirimize sözler verip, hayaller kurardık. Benim bilgisayar mühendisi olmak gibi kesin bir hayalim vardı, onun ise makine mühendisi olmak gibi belirsiz bir hayali. Ona yardımcı olmalıydım, benden resmen yardım istemişti, ona kaynak kitaplar konusunda yardımcı olmak istedim, çalışma odamı ona açtım, ona bir sandalye ve bir masalık yer ayırdım, hatta kendi masamı, kendi bilgisayarlarımı ve tabletlerimi emrine sundum. Bana öyle güzel bir ümit vermişti ki, ileride beraber çalışıp aynı üniversitede okuma hayallerimiz vardı, bunlar güzel şeylerdi, biriyle ortak hayaller kurmak ne güzel şeydi,  beni derinden mutlu eden şeylerdi. Lakin bu mutluluk uzun süreceğe benzemiyordu, o yine mutsuz olmaya başlamıştı ve sevgilisinden ayrılmıştı. Bir şeyler yolunda gitmemeye başlamıştı, aramızdaki derin gönül bağı çatırdamaya başlamıştı ve ben bunu duyabiliyordum, onun yüzüne hür dikkat baktığımda onun duymadığını fark ettim, artık onun yanında olduğum zaman bile içimde çok kötü bir yanma belirmeye başlıyordu. Bir şeyler yapmalıydım! Onu hafta sonu kolundan tutup bir kafeye götürdüm, konuşmaya çalıştım, sevgilisinden ayrıldığı için ona teselli vermeye çalıştım. Ama beni hiç umursamıyordu, bir şeyler git gide raydan çıkmaya başladı ve okul kapanacaktı. Aklım ondaydı, onunda aklı başkalarında, beni hiç duymuyordu! O gün orada kahvemi zehir etti, bir şeyler yapmalıydım, aklım hep ondaydı...

 Günler geçtikçe benden soğumaya başladı, ben sanki bir şeyler iyi olsun diye mücadele ederken o ya görmüyor, ya da elinin tersiyle itiyordu, iyi değil gibiydik. Tatile çıkmadan hemen öncesinde yurtta son gecemizde sigarayı bırakmamız konusunda birbirimizle bir anlaşmaya varmak üzereydik, tatil boyunca içmemeye çalışacaktık, hatta hiç içmeyecektik! Benim sigaranın bana ne kadar zarar verdiğini fark etmem ve onunda ailesinin sigara konusunda ne kadar hassas olduğu bu illeti bırakmamız konusunda bizi hem fikir kılmıştı. Tatil girdiğinde kendisini çok özleyeceğimi, eğer mümkün olursa her gün 5 ya da 10 dakika gün boyunca neler yaptığımız hakkında telefonda konuşmamız gerektiğini, eğer o da olmazsa mesaj yoluyla birbirimizden haberdar olmamız konusunda anlaşmıştık. O ne beni memleketine gittiğinde aradı, ne de sonraki günler ben demeden aradı. Hep ben arayıp ulaşmaya çalıştım, bu çok acı vericiydi. Beni artık pek önemsemiyor ya da benden sıkılmıştı. Böyle olsun istemiyordum ama özlüyordum. Bir şeyler git gide yoldan çıkmıştı.

Yarıyıl Tatili

 Tosya, Kastamonu'nun büyük ilçelerinden biriydi ve hem mesleğim gereği hem de memleketimin ilçesi olması gereği orada çok fazla kişiyi tanıyordum. Uçan kuştan, çöplükteki kediye kadar her şeyden haberdardım. En önemlisi de değerli parçam olan, Öz'ümün ne yaptığıydı. Madem ona canım istedikçe ulaşamıyordum, bari oradaki gözlerimden yardım almalıydım. Merak ediyordum, takıldığı arkadaşlarını, yani çevresini, yaşam tarzını, hep merak ediyordum. Duyacağım bazı şeyler aklımın ucundan bile geçmiyordu; Telefonum o gün farklı çalmıştı, hissetmiştim. Tosya'dan çevresi baya sağlam birisi olan A kişisi beni arıyordu. Selamlaştıktan sonra bugün akşam Öz'ümle beraber takıldıklarını ve durumunun gayet iyi olduğunu, neşesinin yerinde olduğunu bana söylemişti ve sonuna da eklemişti. "Abi dikkatimi çekti sigarayı çok dertli içiyor, derdi ne bunun?" gözümde ve sesimde bir titreme ile diğer elimle yumruğumu sıkmıştım. "Ne sigarası?" demiştim, "o sigara içmez, biz birbirimize söz verdik, kaç gündür içmiyoruz!" demiştim, A kişisi ise; "Hayır Abi, yanlışın var, gözlerimle gördüm, sana yalan söyleyecek halim yok benim, içiyordu işte, hatta peş peşe içiyordu." Evet, yanlışım vardı, o değilde Öz bana yalan söylemişti ve ben yalandan hiç haz etmezdim, mesajlarda ve telefondaki konuşmalarda bana içmediğini söylüyordu, lakin içiyordu ve ben o içmiyor diye içmemiştim günlerce. Sakinleşmem lazımdı ve bir koşu alt sokaktaki büfeden sigara ve bira almıştım, gerçekten sakinleşmem ve olayı idrak edebilmem gerekiyordu. O çok güvendiğim kişi bana söz vermiş ve ne sözünde durabilmişti, ne de doğruyu söylemişti. İdrak edemiyordum, bazı şeyleri sineye almak ve gurura yedirmek hiç kolay değildi! O çok sevdiğim kişi artık gözümde acı verici bir hançerdi. Kolay değildi! Artık bana mesajlarda çok ters konuşuyordu, beni azarlıyordu, o farklı bir insan olmuştu ve ben ona sigara içtin mi dediğimde; "Hayır içmedim!" demişti. sustuydum, bir şey söyleyemedim, içim içimi yiyordu ama son bana karşı dedikleri içimi parçalamıştı. Tartışmıştık, ikinci dönem hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını ve benden uzak durması gerektiğini ona söylemiştim o ise alaycı bir tavırla; "Ya he he!" deyip geçiştirmişti. Okullar açılana kadar konuşmadık, bir haber almadım ondan, Tosya'dan, çevresindeki insanlardan gelen telefonları ise açmadım, bir şekilde artık onu kendimden uzaklaştırmalıydım, ben ona karşı bambaşka duygular içine girdim, farklıydım, acı çekiyordum, vefa duygusu artık köreliyor, yerini kin ve nefret alıyordu. Onu çok seviyor ve ona bir zarar vermekten de çok korkuyordum.

Zor Günler ve Keskin Tarihler

 Her yıl rutin olarak yolunda gitmeyen bir takım sorunlar için psikoloğum Tuğba ile sohbetlerimiz olurdu. Bu konuda da okullar açılmadan iki gün öncesinde ondan yardım almıştım. Beni dinledi ama ara ara yüz ifadesi değişiyordu, cidden zor bir durumda olduğumu anlamıştı, ben de yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlamıştım ama ikimizde kabul ediyorduk, bu hikaye sandığımız gibi değildi, farklıydı! Tuğba bu kez benimle çok ciddiydi, bürosunda sigara içmeyen ve içittirmeyen kişi bana bir sigara uzattı ve sevdiğim filtre kahveden yaptı ve benimle bu konu hakkında teferruatlı bir şekilde konuşmak istediğini söyledi. Sanki bana birinin ölüm haberini verecekmiş gibi masasından kalkıp yanıma, yani karşıma oturdu ve bana yaklaştı; "Seni yıllardır tanıyorum Harun, seninle sımsıkı dostluğumuzun yanı sıra, iyi de bir aile dostluğumuz var. Hatta seninle biz abla kardeş gibiyiz, aramızdan su sızmıyor, ne tür zorluklar ile başa çıktın, beraber çıktık! Her şeyi atlattık ama bu sefer ki farklı, kabullenmekte zorlanacağın bir şey, bunu sana söylemeliyim, bu gayette olması mümkün, normal bir şey..." dedi ve devam etti, "ya arkadaşım, sen aşık olmuşsun, aşık olmak illa cinsellik veya başka anlamda bir şey değil, bir insana aşırı sevgi beslersin olur. O sende sonraları saplantı haline gelir, şuan saplantı olmak üzere, bunu da atlatacağız! Ben inanıyorum sana! (...)"  sinirlenmiştim, ayağa kalktım ve pencereden şehrin manzarasına bakıyordum! Gözlerim dolmuştu, bağırıp çağırıyordum, bu nasıl olabilirdi?! Böyle bir şey olamazdı! sinirden gözümden yaşlar akıyordu ve Tuğba beni sakinleştirmeye ve olayı idrak etmemi sağlamaya çalışıyordu. Dışarıdan diğer çalışanı odaya yardıma gelmişti, dört koldan beni sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Ben Öze karşı vazgeçmesi zor bir duygu içine girmiştim, bunun farkındaydım ama bu böyle olmamalıydı. Bu illaki ona aşık olduğum anlamına gelemezdi, ben yıllar önce eski sevgilimin beni aldatması üzerine aşka dair olan inancımı öldürmüştüm. Bir şekilde uzaklaşmam lazımdı ondan ama benim uzaklaşmam mümkün değil gibiydi. Bizzat onu uzaklaştırmam lazımdı! Beni bu hale sokan oydu, onu kendimden uzak tutarak unutmam lazımdı. Psikoloğum dikkatli olmam konusunda beni defalarca uyarmıştı, aynı çatı altında olmamızın ikimiz içinde tehlikeli olacağını en başından zaten söylemişti ve asla onunla bu konuyu konuşmamam gerektiği konusunda beni defalarca uyarmıştı. Ne demek istediğini gayet iyi anlıyordum.

Kimin denetiminde bu yalanlar?

Ben her ne kadar çok sevsem de onu, bir diğer taraftan bana yalan söylemesinden dolayı ona çokta kızıyordum. Bazı şeyleri kabullenmek gerçekten zor, hele ki çok cân-ı gönülden sevmişken, vazgeçmek zorunda kalmak. Zor günler beni bekliyordu, esasen ikimizi de bekliyordu. Bunca yaşananlar çöpe atılacak gibi değildi ama ona çok kızıyordum, bana yalan söylemesi, yaptığım her iyilik karşısında beni elinin tersiyle itmesi, bir de bu tarifi imkansız duyguya beni sokması, beni resmen paramparça etmişti. Canım yanıyordu.

Sabiha Gökçen Havalimanı - 4 Şubat 2018

 4 Şubat Pazar sabahı saat 7:15'te uçağım Sabiha Gökçen Havalimanından Kastamonu'ya havalanacaktı. O şehre, Kastamonu'ya hiç gitmek istemiyordum ama onu da çok özlemiştim. Yaklaşık 5 gündür konuşmuyorduk, aklımda ve fikrimde tek o vardı, ben nasıl kıya bilirdim ona ve tutup gençliğimden nasıl af dileye bilirdim? İnsanın gözü dönüyor, çok sevsem bile bazen vazgeçmek gerekiyordu! Tanrı beni böyle sınıyordu, elbet vardı bir bildiği, eğer sonu kötü olsa neden beni böyle sınasın ki?! Karmakarışık bir duygu içindeydim, canım yanıyordu! Sanki göğüs kafesime Tosya çakısı saplıyorlardı. Gökyüzünde saate 850 kilometre hızla ilerlerken tek düşündüğüm sadece bundan sonra ne olacağıydı. Bilmiyordum, ilk defa bir şeyin sonunu kestiremiyordum. Gidiyordum işte ona doğru uçarak.

İkinci bir şans! - 5 Şubat 2018

 Herkesin hassas bir noktası vardır, kimsenin oraya dokunmasını, o konu üzerinden ahkam kesilmesini istemezler. Ben de onun hassas bir noktasını biliyordum. Sigara! Ailesi bu konuda çok hassastı ve ben bu sigarayı ona karşı silah olarak kullanıp onu kendimden uzaklaştıracaktım. Uzaklaşmalıydı, aksi halde beni daha da derin bir çıkmaza sokuyordu, rahatsız oluyordum ve çokta öfkeliydim. Pansiyonda da istihbarat ağını sağlamıştım, yurdun lavabosuna geçip çakmağı ateşlemesi ile sigaranın yandığı an haberim olacaktı. O derste iken ben ise çarşıda arkadaşlarım ile bir kafe de oturuyordum. Arkadaşlarım belki defalarca sormuştu; "Neden moralin bozuk?" diye... Bozuktu işte! Anlatmaya da pek niyetim yoktu, zaten canımı sıkan kişinin kim olduğunu biliyorlardı.

 Akşam üzeri hızlı adımlarla yurda geçiyorduk. İlerlerken bir yandan da dua ediyordum, umarım sigara içmez o diye. Yurda geçtiğimizde o ise dersten geliyordu ve bana attığı o bakış, sanki kan davamız varmış gibi bana nefret dolu bir bakış attı. Hani inceldiği yerden kopsun derler ya, o kadar gergindi ki, sanki o an kopmakla kalmadı, o gerginlikle beni geri sarstıydı. Ben de ona öyle baktım, öyle bakışarak yanımdan geçti, arkasından bağırdım "Çabuk bilgisayar odasına gel!" diye. Garibim bir şey demeden sakince valizini bıraktı ve geldi, işin özünde onu o kadar çok özlemiştim ki, öfkeliydim ama! O anki öfkeyle telefonunu açtırdım ve bize dair iyi veya kötü, esasen çoğu kötü ne kadar mesaj varsa sildirdim. Arkadaşlarım yanımda her hangi bir şekilde öfkemi kontrol edememe karşı beni tutmak için tetikte bekliyorlardı. Sakince mesajları sildi, yüzüme dahi bakamadan gitti. Belki de bakmak istemedi. Gitti! Sahi, ne güzelde gitti.

 Yukarı çıkmasıyla telefon gelmesi bir oldu, acı acı çaldı telefonum! Telefonun ucundaki kişi; "Abi aldı benden sigarayı lavaboya gitti!"  Ya sakin kafayla şöyle bir düşünüyorum da, sen ne yaptın arkadaş?! Gider gitmez hemen sigaramı istedin arkadaşından! Hemen de yaktın mı?! Sakin bir şekilde gittim yanına, önce konuşacaktım, bir elimde tokat, diğer elimde yumruk karşına dikildim. "Sen dedim yinemi bana yalan söyledin he gardaşım! Neden yaptın böyle, biz seninle bu kadar iyiyken, o kadar söz vermiştik birbirimize yazık olmadı mı bana, hiç mi düşünmedin beni?" dememle onu tokatlamam bir oldu, o an ki sinirle kaç kere tokat attım bilmiyorum ama uzun sürmedi. Seni dedim bizzat babana ben söyleyeceğim "Sigara içiyor!" diye dedim. O kadar vurmama ağlamayan kişi, babasının adı geçince hüngür hüngür ağlamaya başladı, ben uzaklaşıp gittikten sonra beni hiç aramayan kişi telefonla arkamdan beni aradı; "...gel, son kez konuşalım senle!" dedi, yalvarır bir sesle. O ne derse yapıyordum, ona hayır diyemiyordum. Kabul ettim; odasına geçtim ve onunla yaklaşık 20 dakika konuştum, bana yine iyi olacağımıza dair söz verdi, "...sana hiç yalan söylemeyeceğim!" dedi, itiraf etmeliyim ki ben de onu kaybetmek istemiyordum, biliyordum artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı ve hep bir şeyler eksik olacaktı, olsun! Dayanamadım, kıyamadım, canımdan öte gördüğüm biriydi, onu oracıkta affettim. Kolundan tutup elini yüzünü yıkattırdım. Yemek yemesi için yemekhaneye indirdim. Böyle oldu, hayatım boyunca ilk defa birisine ikinci bir şans verdim. Böyle olmasını hiç istemedim.

50 Gün

 Günler günleri kovalarken biz gülüp eğleniyorduk, teneffüslerde ben onun sınıfına gidiyordum o da benim sınıfıma geliyordu ama çoğunlukla o benim sınıfıma geliyordu. Gülüp eğleniyor, hafta sonu için planlar yapıyorduk, ara sıra da tartışıyorduk, günler geçtikçe tartışmalarımız gittikçe hararetlenmeye başlamıştı. Geceleri atışıyordu ama çoğunlukla susup beni dinliyordu. Dertleştiğimiz zamanlarda oluyordu, hâlâ daha birileri aklındaydı onunda, birilerini hep düşünüyordu, zaten bir ton derdim yokmuş gibi yanımda damar müzikler açıyordu. Beni hayattan soğuttuğu yetmezmiş gibi Yıldız Tilbe ablamızdan da soğutmuştu beni, olsun, canı sağ olsun.
"Peşime adam taktırıyorsun!"
 Tartışmalarımıza peşime adam taktın demeleriyle beni zıvanadan çıkartıyordu! Evet, kabul etmeliyim, peşine adam taktırmak değildi bu ama birileri onu çarşıda gözetliyordu. Bu konu da beni yanlış anlamıştı, ben sadece çarşıda başına gelebilecek kötü durumlara karşı bir nevi önlem almıştım. Yeni sevgilisinden ayrılmış biri ve sevgilisi benim telefonumu bir yerden bulup bana; "Telefonlarımı açmadı, benle doğru düzgün konuşmadı, hatta konuşmayı kesti!" gibisine sanki suçlu benmişim gibi bana haykırdıydı. Onun kendisini üzdüğünü ve bunu onun yanına bırakmayacağını da bana bizzat ileten o kişiye hiç bir şey diyemedim, ne de olsa o 15 yaşında bir kız çocuğuydu, ne diyebilirdim ki. Sustum! Bunu Öz'üme dersem gururuna yediremezdi, gücü de kimseye yetmezdi. En iyisi mi bir şey demeden, kimseyle muhatap olmadan kendim halletmeliydim. Attığı her adımda yanında olamazdım, çarşıdaki tanıdığım herkese haber saldım. "Bu çocuğun attığı her adım, takıldığı her insan gözetlenecek, bu çocuk korunacak ve bana da yediği her halt rapor geçilecek!" dedim. Bu eylemimi de Öz'üme söylemeliydim, haberi olmalıydı ama farklı bir şekilde söylemeliydim; Bir gün öğlen yurda yemeğe gelmediydi ve aramıştım, "...seni çarşı da görmüşler!" dedim, bunu der demez "...peşime adam taktırıyorsun sen!" diye sayıklamaya başladı. Ben hep sabrettim olabilecek her kötü ihtimale karşı önlemimi aldım. Sustum!

Kimim ki ben?

 Geceleri de durmadan benim okul dışındaki hayatımda kim olduğumu sorup duruyordu, bir şeylerden şüphelenmişti ya da bir şeyler dikkatini çekmişti. Ya bilgisayar başında yaptıklarım ya da dışarıdaki çevrem onu bir soru işareti üzerinde odaklamıştı. En sonunda dayanamayıp dışarıdaki hayatımda esasen kim olduğumu ona anlatmıştım, artık bir keşkem daha vardı! Bu keşke ileride bizim canımızı çok yakacaktı.

 Her geçen gün daha da öfkeli ve dayanamaz biri oldum. Ne zaman bir şey istesem yerine getirmez, bir şeyleri hep eksik söylerdi. Hep bazı konularda geriydi, Bende de suç vardı; Her tartışmamızda onu babasına söylemekle tehdit ederim, hatta şaka olsun diye, sigara içerken videosunu bile çektiğim olmuştu, hem de defalarca, yapmamalıydım ama yaptım. Üzgünüm Öz!

Hayatımda ikinci kez ağladım! - 25 Mart 2018

 Aradan günler geçti ve ben bu yazıya kaldığım yerden devam ediyorum;

 İşin Öz'ünde kabul etmeliyiz, ben çok değer vermiştim, ben onun ilk tanıdığım gibi kalacağını düşünerekten bu kadar farklı bir gönül bağıyla bağlanmıştım. Bana o varoluş nedenimi açıklar gibiydi. Onunla olduğum süre zarfında Tanrı'ya olan bağım artmıştı. Sonrasında olacakları hiç düşünememiştim bile, ben o ilk tanıdığım haliyle kalır sandım, kalmadı! Eğer bilseydim böyle olacağını başından başımdan savmaya çalışırdım. Bir şekilde geldik buraya kadar, takvimler 25 Mart 2018 gününü gösteriyordu, paket almış ve benden habersiz paket aldı diye ben elinden o paketi almıştım, sabah kafası atan Öz'üm çarşıya basıp gitmişti. Hiç unutmam yağmurlu havaydı, sinirliydi, üzgündü ve cebinde sadece 20 ₺ parası vardı. Apar topar arkasından ben de gittim, telefonlarımı ilk başta açmadı ve defalarca aramamın sonucunda açmıştı ve sesi titriyordu; "Nerdesin?" sorusuna "Sanane!" ile karşılık veriyordu, o gün bana çok sinirliydi ve "...ne olacaksa olsun artık!" diyordu! Büyük ayıp etmiştim ve düzeltebilirdim, tek istediğim ondan anlayıştı. Zar zor yerini öğrendim, bir merdiven başında arkadaşını bekliyordu, gittim konuştum onunla, bana cebinden bir paket daha çıkardı, "...sen bana alma dedin ama ben gittim son paramla yine paket aldım!" dedi. İçim parçalandı ama belli etmedim, çünkü sinirliydim, elinden paketi aldım ve; "madem öyle içmeyeceksin bundan sonra sigara, bu paketi de yurt idaresine teslim edeceğim dedim!" Keşke demeseydim, elinden tutup sıcak bir yere götürseydim onu, bunun pişmanlığı hala daha üzerimde. Sonra beni aradı paketini vermemi söyledi, başka parasının olmadığını da ekledi. Ben tabi orada da kıyamadım, döndüm geri verdim, "...sen gelme! Arkadaşım geldi Tosya'dan, tanıdıkları falanda var onlarla takılacağım." dedi. Ben geri yurda dönmüştüm ve bu olanlardan sonra moralim hiç iyi değildi, Devrekani'den gelen cân-ı gönülden değer verdiğim bir başka arkadaşım Emirhasanoğlu'na olanları anlattım, o da; "...artık olmuyorsa zorlama, olsun artık ne olacaksa! Biz hep yanındayız senin. Böyle devam ederse daha çok üzüleceksin!" dedi, gittik üçer bira aldık, Kastamonu'ya karşı içtik. O sarhoş halimle Öz'ü aramışım ve onu yanıma çağırmışım. Yazık oldu, geldiğinde çok sert bir tokat attım, burnundan kan gelmişti. Nasıl oldu anlamadım, bana sert ve ters bakıyordu, bir anlık boşluğuma geldi ve öfkemi kontrol edemedim, yapıştırdım tokadı.
"Seni tanımıyorum!"
 O akşam gönlünü almak için yaklaşık 3 buçuk saat dil döktüm, hayatım boyunca kimseyle bu kadar uzun süre gönül almak için veya başka bir şey için mücadele etmediydim. Ben ona yalvardıkça o bana;  "Seni tanımıyorum!" diyordu. Belki de onun ağzından duymak istediğim en son cümle buydu. Sakin değildim, içim kan ağlıyordu, ben o lafı duyunca gözlerimden yaşlar boşanmıştı. Şunu da söylemek isterim ki; Ailem beni el bebek gül bebek büyüttü, ailemin tek erkek çocuğuyum ve çok özgür yetiştirildim. Hayatım boyunca ben bir kez ağladım, bu da ikinciydi! Birincisi; 2015 yılında babamın cansız bedenini mezara kendi ellerimle koyarken, ikincisi de bunun, Öz'ümün başı ucunda. "Seni tanımıyorum!" cümlesini duyunca. Artık iyi olsak bile kötüydük! Bunca yapılan iyi ve kötü şeylerden sonra, bunca yaşanmışlıklar bir çırpıda silinip "Seni tanımıyorum!" diyebilen ve beni ağlatabilen bir insan benim için hiçti!

Naz diyelim!

 İzcilik kampında tanıştığı kız ile çıkmaya başlıyordu, bunu duyunca sevinmiştim ama sevincim kısa sürmüştü. Çıktığı kız çok yakın arkadaşımın yeğeniydi ve o tanıdığım kişi de bunu öğrendiğinde ömür boyu kalıcı hasar vermeden bırakmayacak kadar tehlikeli biriydi. Korktuğum başıma geldi ve haberi oldu. Bunu duyar duymaz çocuğun kim olduğunu araştırmış, önce kimle takıldığını duymuş, benim adım geçince beni aramıştı, bana telefonda haykırıyordu; "Senin yanında adam diye gezdirdiğin orospu çocuğu benim yeğenimi izcilik kampında kamp çadırına davet etmiş. Ne demek oluyor bu Harun? Sen olsan ne düşünürsün? Çabuk bu piçin nerede olduğunu, telefon numarasını falan bana söyle!" demesiyle ben de sinirlenmiştim. Bir şey olacaktı, kötü bir şey, bu bana kolay kolay emir vermezdi, benimle böyle konuşmaya ne yetkisi vardı, ne de gücü! Ama onun için benim sakin olmam gerekiyordu. Derin bir nefes aldım ve konuşmaya başladım; "Sakin ol! Anlamadan dinlemeden hareket etme, benimde bir takım şeylerden haberim var ve sen bu çocuğu benim kadar tanımıyorsun. Başka ne duydun bilmiyorum ama iyi şeyler duymamışsın bariz belli. Çöplüğüne gelip seninle bu konuyu derinlemesine konuşmalıyım. Bu çocuğa zarar verirsen bana da zarar verirsin ve inanıyorum, bunu hiç istemessin!" Sesi birden sakinleşmişti; "Gel, Kuyudibi'ne gel! Her zamanki mekanda yarın saat 3'te seni bekliyorum! O çocukla gel! Onun kolunu bacağını kırmassam adam değilim!"  Zaten adam değildi! Tabi ki de Öz'ü de yanımda götürmeyecektim! Dediği saatte kamptan 2 arkadaşıyla gittim ve karşısına oturdum, 3 kişiydiler, kızın abileri ve o, Kudret! Hayatı boyunca yemediği bok kalmadı, ben de her defasında sicilini temizlemiştim. Korkmuyordum ve o çocuğu söz konusu namusta olsa savunacaktım.

 Olayın iç yüzünü anlattım, hazırlıklı gitmiştim, inanmazlar diye de telefon kayıtlarını da önlerine sundum. Mesajlaşmaları istediler veremedim. Bazı iyi olmayan konuşmalar onları daha da sinirlendirebilirdi. Anlattım; benim için o çocuğun ne kadar değerli olduğunu; "...eğer bu çocukta bir iz bırakırsanız ben de sizde ömür boyu izler bırakırım!", açık ve net bir şekilde tehdit etmiştim! Belki benden kas olarak güçlü olabilirlerdi ama ben onların yediği her boku biliyordum, onlarda benim gerçekte kim olduğumu! Yani güçlü olmak kas meselesi değildi, akıl meselesiydi! Onlarda benim o çocuğa ne kadar çok değer verdiğimi anlamışlardı. Hiç bir şeyden korkmadığımı, geri adım atmayacağımı, hatta ne yapabileceklerimi de çok iyi biliyorlardı. Ortada ise yapılan bir hata vardı ve bu yerde kalamazdı, çocukla gidip konuşmalarına izin verdim ve atılacak bir şey varsa bu sadece tokattı, ilerisi olamazdı. Buna asla müsaade edemezdim, buna vicdanım asla izin vermezdi. Her ne kadar ona öfkeli olsam da ben onu o gün orada yine savundum. Haberi yoktu hiç bir şeyden, olmasında zaten.

1 Dakika 20 Saniye

 Artık bir şeyleri yerine getirme zamanı gelmişti, çok sinirliydim, içim içimi yiyordu, artık onu silip atma zamanı gelmişti. Bir şeyleri ne kadar denesem de olmuyordu. Canım çok yanıyordu! Bir şeyler olsun, bir an önce kurtulayım diye bakıyordum. Can çekişmelerimi gören liseden arkadaşlarım yanıma geldi, onun sigara içerken videosunu çektiklerini ve ne yapılması gerektiğini bana soruyorlardı. Sadece izledim, video açısı güzeldi, benim defalarca uğraşıp, doğru açıyı tutturamayışımın üzerine bunlar tek bir seferde çok güzel bir video kaydı almışlardı, hem de doğru açıyla! Benden ne istediklerini sordum, onlar sadece babasının numarasını istiyorlardı. Verdim, hem de ezberimden! Video 1 dakika 20 saniyelik bir videoydu ve içeriğinde sigaradan daha çok argo kelime vardı. Ben yine sustum, hatta bu sefer susmakla beraber göz de yumdum, kulaklarımı da tıkadım. Resmen üç maymunu oynadım. 

Babasıyla karşı karşıya!

 Bir akşam telefonum acı acı çaldı, arayan babasıydı. Konunun ne olduğunu tahmin ediyordum. Telefonu son çalışlarda açtım. Bana dediği ilk cümle; "Senden Allah razı olsun. Oğluma sigarayı bıraktırmaya çalışmışsın." Keşke sadece bıraktırmaya çalışmayla olmasaydı, ikimizde bırakabilseydik. Söyleyecek çok şey vardı ama artık bir önemi yoktu. Benimle yüz yüze konuşmak istiyordu, benimle oturup konuşmak istiyordu. Esasen hiç yüzünü bile görmek istemiyordum, gelip beni görmek, benimle konuşmak isteyene her zaman kapım da açıktı. "Gel!" dedim, "Sen de gel!".

 Sabah saat 10 gibi gelmişti, yurtta koltuklarda tabletten haberleri okurken karşımda dikilmişti. Cüssesi küçük, oğlu gibi kısa boylu, suratı ise tıpkı öz gibi, morali de bozuk. Sanırım onayladığım bir şeyler onun için baya sarsıcı olmuştu. Oturup 30 küsür dakika benimle konuştu."Dün gece hiç uyuyamadım!" dedi, "Sen bir gece uyuyamamışsın, ben çoğu gece uyuyamadım!" diyemedim! Ben de yaptıklarımı, ne kadar çok değer verdiğimi, hatta ne kadar çokta öfkeli olduğumu dile getirdim. "İyi yapmışsın, az bile yapmışsın! Süleymancı yurduna vereceğim, bu okuldan alacağım onu! Ona rahat battı!" diye defalarca sayıkladı. Beynimden vurulmuşa döndüm, onu benden resmen koparıp alacaktı! Sinirlendiğimi ve kalkıp gitmesini iki kere ikaz ettim, nihayetinde ikinci de anladı ve gitti.

Deşifre olan sırlar!

 Ben onunla iyi olduğum süre zarfında her şeyimi paylaşmıştım, hayatıma dair ne varsa anlatmıştım, çünkü hep soruyordu kim olduğumu, gerçekte sadece bir öğrenci olmadığımı biliyordu. Sanırım bunu da birilerine anlattı. Bundan hala daha emin değilim. Rahmetli Semih vardı, onun sınıf arkadaşıydı, bana bir gün yazdı; "Abi sana bir kızın Instagram hesabını versem, patlatır mısın?" Yine beynimden vurulmuşa dönmüştüm, bunu yapabileceğimi nereden bildiğini, hakkımda daha ne bildiğini sordum; "O'nun hesabını patlatmışsın, ona sordum senin yaptığını söyledi, hem zaten sen de A* adlı hacker grubunda hatrı sayılır biriymişsin!" Öyle sinirlenmiştim ki, Öz'e WhatsApp üzerinden açtım ağzımı, yumdum gözümü, o an ki sinirle resmen ağır tehditler ve hakaretlerde bulunmuştum. Hiç kimseye söylememesi gereken sırları hiç söylenmemesi gereken bir kişiye söylemişti. Bu beni iyice çıldırtmıştı.

 Ben o kadar öfkeli ve üzgündüm ki! Onu bu denli severken kaybettiğimemi yanayım? Yoksa onun bana yaptıklarına mı? Bilemedim. Ahım vardı, artık onu özleyen ben ona her aklıma gelişinde beddua etmeye başlamıştım. Bu içler acısıydı. Aklıma geldikçe; "Allah'ından bulsun!" diye sayıklar olmuştum. Esasen hep aklımdaydı ya, neyse! Haziran akşamı telefonum Tosya'da bulunan eski bir dost tarafından çaldı. Kaza geçirdiğini ve durumunun kötü olduğunu söyledi. Kafam iki elimin arasında olduğum yere çömelmiştim. Nasıl olurdu, sanki ölmüş gibi hissettim ve keskin bir acı tüm vücudumu sardı. Ona ulaşmaya çalıştım telefonlarımı açmadı. Mesaj attım; "Yapma, daha fazla yapma böyle, gel eskisi gibi iyi olalım, bak ahım geçiyor sana ve ben çok korkuyorum!" dinlemedi hatta umursamadı bile, ardından susması için yine tehdit mesajları ve hakaretler. Böyle olmamalıydı!

 Aradan aylar geçtikten sonra Rahmetli Semih'den tekrar mesaj gelmişti; "Abi bi kız var, lütfen şu hesabı patlat, parası neyse veririm!" bana resmen para teklif etmişti. İstanbul'da işimi bırakıp, apar topar Kastamonu'ya gitmiştim ve çok sinirliydim. Onunla görüşmeliyim ve ona bunun ne kadar ciddi bir şey olduğunu anlatmalıydım. Semih'in çarşıda bulunan kafelerine kadar gitmiştim, kafenin tam ortasına oturmuş, onu bekliyordum, epey zaman geçti, 2 bardak kahve ve 10 dal sigara gitmişti ve o hâlâ daha ortalıklarda yoktu. Aradım telefon çaldı ama açmadı, annesinin telefonuyla bir dakika sonra beni geri aradı. Bilgisayarda oyun oynadığını ve gelemeyeceğini bana söyledi. O gün orada, onların kafesinde artık benim için o defter kapanmıştı. Ertesi gün ben geri dönüş hazırlığı yaparken elim bir trafik kazasında annesi ve kendisinin öldüğü haberini aldım. Üzücüydü.

Disiplin Kurulu

 Okul açıldığında onu topal bir şekilde okul bahçesinde gördüm. Babası onu okuldan almamıştı, mesajlarda Semih yüzüne ettiğim hakaretler ve tehditler babası tarafından okunmuş ve okul idaresine teslim edilmiş, benimde pek umurumda değildi, aslında umurumdaydı ama umurumda değil gibi hareket ediyordum. Ben son bir kez, okul idaresinin isteği üzerine onunla barışmayı denedim. Onun pek niyeti yoktu ve benden şikayetçi olacaktı. şikayetçi olmam dese bile şikayetçi olacağına emindim, çünkü ben değişmemiştim.

 Zoruma giden asıl mesele, ben okul için bunca şey yapmışken okulun beni disiplin kuruluna sevk etmesiydi. Bazı sorunlar oturulup çözülebilirdi ya, buna da neyse. Sanki herkes disiplin kurulunda bana düşmandı, dışarıda selamını esirgemeyen hocalarım kurulda beni bakışlarıyla dövüyorlardı. Sanki onu ben yaralamıştım, sanki benim yüzümden topal geziyordu. Beni attığım mesajlarla köşeye sıkıştırmışlardı. Aldığım 5 günlük uzaklaştırmayı kafamı dağıtmakla kullandım ve Balıkesir Ayvalık'ta tatil yapma kararı aldım. Okul müdürü dönüşümde benden bir talepte bulundu; "Konuşma oğlum, muhatap alma, gerekirse 1 yıl, hatta bir kaç yıl muhatap olma. O sana geri gelir, büyür, aklı başına gelince o seni arar bulur. Sen der; 'benim için bunca iyilik yaptın, ikimizde suçluyduk, iyi olalım' der." Bunu hiç bir zaman demeyeceğinden emindim ve okul müdürü acı çektiğimi gördüğünden beni böyle teselli etmeye çalışıyordu. Konuşmamak için bir şartım vardı, yurtta onun üst kata gönderilmesiydi. Gözümden uzak bir köşeye gitmesini istedim. Konu uzun bir süre kapandı.

1.5 yıllık öfke ve hasret

 Öyle böyle derken 1,5 yıl ayrı kalmıştık, bir şeyler istendiği gibi gitmemişti. Hayatımda ilk defa bir savaşı kaybetmiştim, mesele şuydu ki bu savaşta ben onun düşmanı değildim, asla da düşmanı olmak istemedim. Bazı şeyleri hiç kabullenemedim, çok kez çöplüğüne belimde silahla gittim ama kapısının önünden döndüm, dedim ya; ne kadar öfkeli olsam da ona kıyamazdım. Çok zor bir durumdaydım, ondan 1.5 yıl boyunca haber almadım, ondan uzak kalmıştım, hatta onu unutmayı bile denemiştim. Olmadı. Üniversite tercihlerini yaparken, Türkiye'nin önde gelen üniversitelerinden Kocaeli Üniversitesini kazanmama rağmen ben Kastamonu Üniversitesini tercih etmiştim. Belki lisede yürümeyen dostluk üniversitede yürür diye. Hep belkilerle yürüdüm ben, ümidimi hiç kesmedim, onu hiç içimde öldürmedim, çoğu defteri gözümü kırpmadan kapattım da o defteri kapatmadım, kapatamadım.

 Kastamonu'ya geri geldiğimde eski dostlarla hep bir görüşme içindeydim. Olup bitenlerden haberdar oluyordum. Ne zaman bir araya gelsem dostlarla bir veya bir kaç kere konu ondan açılıyordu. Hepte olumsuz bahsediyorlardı. Ne zaman konusu açılsa; "Abi git gide bozdu kendini, saçları boyatmalar sigarayı çoğaltmalar, hep farklı sigara içiyor. Yakında küpede takar!" Üzücüydü ve endişeliydim, bir zamanlar yanımda adam diye gezdirdiğim kişi kendini bozuyor muydu? Acaba yardıma mı ihtiyacı vardı? Sorun neydi? Bilmiyordum ve endişeleniyordum! Aramayacaktım, yazmayacaktım! Lakin son zamanlarda dikkatimi bir şeyler çekmişti, WhatsApp üzerinde ne zaman bir durum atsam, görenler listesinde ilk 100 kişiye girebiliyor, hatta ilk 10 veya 20 arasında yer alıyordu. tuhaftı, acaba barışmak mı istiyordu? Muamma! Son zamanlarda aldığım duyumlar beni artık yerimde tutamıyordu. Gidip konuşmalıydım, hatta ayağına kadar, onun çöplüğüne gitmeliydim.

 Onu uzun bir aradan sonra tekrar takibe aldım, öğlen yemeği yedikten sonra sigara içmek için dışarı çıkmıştı ve saat tam olarak 13:00'dı. Telefonumu üçüncü çalışta açtı. Sesi titriyordu ve sesini duyduğumda ilk an bocalamıştım, elim ayağıma dolanmıştı ama sakin olmalıydım. Aradan 50 yıl geçse de sakinliğimi korumalıydım. Konuştuk; toplamda 4 dakika konuştuk; Ben özür diledim, o da özür diledi, oturup konuşmamız gerektiğini söylediğimde hiç düşünmeden olur dedi. Ama hafta sonu kalırım demedi. Ben giderdim onun ayağına, yeter ki bir şeyler iyi olsun, ben her şeye vardım. Ama sanki yine bir türlü olmak istemiyor gibiydi. Neyse, buna da şükür.

Destinasyon: Tosya

 Gitmeliydim, onu görmeliydim ama çevremdeki hiç bir insan oraya, o şehre gitmemi istemiyordu. Hayatım boyunca hiç dayak yemedim, her kavgadan sıfır hasar ile çıktım. Girdiğim her kavgada karşımdaki insanlara büyük hasarlar verdim. Lakin bunu onlara, çevremdeki insanlara anlatamıyordum! Çevremdekiler orada çarşının karışmasından çok endişeliydi, gitmeme izin verdiler ama tek gitmeme asla izin vermediler, ben de sadece; "Bu çocuk bana saldırır mı ki? Ne yapabilir ki?" Düşüncesi vardı. Bu soruyu yol boyunca belki 10 defa sormuştum, cevap yoktu. Bunu yaparsa kendisi kaybederdi ve çok büyük ayıp ederdi.

 Hakim olduğum çevre beni o şehre yalnız göndermedi. Arkamda ve önümde onlarca kişi vardı, ayak basacağım şehirde ise 20 küsür kişi beni bekliyordu. Ben ise yanıma sadece çok değer verdiğim liseden arkadaşım Emirhasanoğlu'nu aldıydım. O da beni hiç kırmadı; "seninle ölüme dahi varım gardaşım!" deyip geldi, sağ olsun, işte böyle insanlara kardeşim demişimdir her zaman. Tüm hazırlıklar yapıldı, kafede ki garsondan meydandaki gözcülere, şehrin girişinde ve çıkışında devriye atanlara kadar yaklaşık 50 kişi o akşam orada beni koruyor ve onu izliyordu. Bu kadar kişi beni sadece 17 yaşındaki bir çocuktan koruyordu. Durum garipti, ben ise dertliydim, şehrin tam ortasında onu bekliyordum, onu bekliyorduk. Geçen zamanın önemi yoktu, sanki zaman o an durmuştu. Gelen geçen beni izliyordu, gözümü nereye çevirsem bizden adamlar, yabancı yoktu! Sanki burası benim şehrim gibiydi. Çevremdeki kişilerden telefonuma gelen bildirimler an ve an onun ve arkadaşlarının nerede olduğunu, ne yaptığını rapor ediyordu. O gece o şehirde güzel şeyler olmalıydı. Kimsenin canı yanmamalıydı.

"Geliyor!" dediler... 

 "Geliyor!" dediler, "size göre saat 4 yönünden yavaş adımlarla geliyor." Ben ise sakin bir şekilde kafamı sağa çevirdim ve onu görmüştüm. Ne o sakinliğini bozuyor, ne de ben sakinliğimden ödün veriyordum. O an orada bir şeyler oldu. Yılların verdiği özlemi gidermek için sarılmak istedim, buna gururum izin vermedi, zaten çevrede onlarca kişi de bizi izliyordu, duruşumu ayaklar altına zaten yeterince bir kişi için almıştım. Selamlaşıp, ortaklaşa bir kafede karar kılmıştık ama onun dediği kafeye gidemezdik, tenhada bulunan bir kafeydi! Bizim karar kıldığımız ve hazırlıkları yaptığımız, şehrin tam ortasındaki, açık hedef olarak izlenebilen kafeyi tercih etmiştik. Yani yine benim dediklerim olmuştu. Bu bir yenilgi değildi, zaferde değildi, ortada kalmış bambaşka bir şeydi. Görüşme yaklaşık 2 saat 40 dakika sürdü. Onun ilk başlarda açılması da uzun sürdü, tıpkı Windows gibiydi, açılması bir hayli zaman alıyordu. Huy bakımından değişmiştir diye ümit ediyordum, değişmemişti, sadece saçları sarıydı! Üzgündüm.

Amacım; Eskisi gibi olmak değil, eskisinden daha iyi olmaktı...

 Sohbet esnasında defalarca dile getirdim, o da onaylar gibi kafa sallamıştı. Neden iyi olmak istediğimi, ondan vazgeçemediğimi, vakti zamanında hataların yapıldığını, iyi olmamız gerektiğini, kesinlikle eskisi gibi olamayacağımızı ikimizde gayet iyi biliyorduk, eskisinden daha iyi olmamız gerektiğini dile getirmiştim.

Böyle olmamalıydı!  

 Sadece 6 hafta iyi olabildik, onun için bir kez daha gittim Tosya'ya, sırf onu görmek arkadaş çevresini tanımak için. Sonralarında ise telefon üzerinden görüştük, iyi olabileceğimizi düşünmüştüm. Ben fazla rahatsız ediyordum belki de, ama beni anladığını düşünmüştüm. Bunaldığını, sıkıldığını söyledi, son olarakta eski yaptıklarımın aklından çıkmadığını mazeret sayarak konuşmayı kesme kararı aldı. Benim için bu kaçıncı travmaydı bilinmez ama o gece de salya sümük ağlamıştım. Artık bu defteri de kapatma zamanı gelmişti. Sımsıkı dost olamadık, bunca yaşananlardan sonra iki yabancı hiç olamazdık. Düşman olursak onun için cidden iyi olmazdı. Kararsız kaldım, ne yapacağımı bilemedim, ben içinde bulunduğum durumu kabullenmiştim ama bu seferde o kabullenmemişti. Her şeyin bir mesafesi, sınırı olduğunu defalarca dile getirmişti. O anda bir yıldır tanıdığım Merve adında değer verdiğim bir kişi çıka geldi; "Sakın yapma! Ona da kendine de bir zarar verme!" diye beni defalarca uyardı. Onun hakkını ödeyemezdim, o olmasaydı belki şuan ben cinnet geçirmiştim.

2 yıl oldu!

 2 yıl oldu, bir şeyler oldu! Nasıl olmalıydı bilmiyorum ama böyle olmamalıydı. Kasım 2019 itibari ile 2 yıl olmuştu, zar zor geçen 2 yıl! 6 yıl verilen mücadelenin son 2 yılında duraksamıştım! Bir kişi için 2 yıl durup düşünmüştüm, yoluma devam edemiyordum, denemiştim kaç kere olmadı. Değer verdiğim hiç bir insanı ben silemedim, ki zaten değer verdiğim kimsede bana böyle yapmadıydı. Bir insanı gerçekte öldürmekten daha zordur, içimizde öldürmek. Bazı şeyleri kabullenmem zaman aldı, bir çok şeyi sineye çektim ve keşkelerim oldu, bu keşkeler bana büyük pişmanlıklar yaşattı. Yine de özlüyor muyum? Evet, çok özlüyorum arkadaşlar! O ilk tanıdığım kişiyi çok özlüyorum. Gönül isterdi ki zamanı geri alıp, o geceye tekrar geri dönmek, bütün servetimi vermeye razıydım ki hiçbir şeyin yaşanmadığı o geceye geri dönüp sil baştan başlamak için. Bütün bu hataların yaşanmadığı o geceye.

Son s'öz

 Bir şeyi bin farklı şekilde de anlatsan biri seni anlamak istemiyorsa anlamıyor. İnsanlar değer vermedikleri insanı anlamazlar. Yanlışı onarmaya çalışmazlar. Boşuna yorulmayın yani muhtemelen de o kişi sadece size karşı böyledir. Esasen öteden bu yana baktığımda; Aslında o beni ilk hatamda sildi. Bunu o an fark etmiştim, belki dedim hani, insanı hayata belkiler bağlar ya hani. Bir şeyler iyi olsun diye çok uğraştım, o farkında olmadan ümit verdi ve yine kaybeden ben oldum. Kabul ediyorum ben bu savaşı kaybettim ama ben asla onun düşmanı değildim. Sadece bazı şeyleri kabullenemedim. Hayatımda tek bir kişiyi kaybettim, o da babamdı. Bundan sonra birileri ölmediği sürece kimseyi kaybetmem dedim, yanıldım. Demek ki birileri ölmeden de kaybede biliyormuşuz. Bunu anlamam çok uzun zaman aldı. Kabullenmem epey bir zaman aldı. Sanırım iyileşiyorum.

 Büyük dersler çıkarttım; Şiddetin hiç bir zaman çözüm olmayacağını, herkese az bir zamanda güvenilmeyeceğini anladım. Kibirin olabilecek en kötü şey olduğunu gördüm. Nerede kibirli insan görsem onu hep yanımdan kovan birisi oldum. Bana o insan çok büyük dersler verdi. Belki 23 yıllık hayatımın 2 yılı heba olmuş olabilir ama bu 2 yılda öğrendiklerim bana bir ömür yetecek tecrübelerdi. Bütün bu olan hadiselere ise bir imtihandı diyorum, benim bir kişiyle verdiğim zor bir imtihandı, hayatım boyunca verdiğim en zor sınavdı diyorum ve geçiştiriyorum.

 Belki çıkıp gelmeyecek, belki yarın çok kötü şeyler olacak, belki de iyi şeyler olacak, kimse yarının ne getireceğini bilemiyor ama ben hiç ümidimi kesmiyorum. Evet arkadaşlar, çıkıp gelse ben yine ona sımsıkı sarılırım, bunca olanlara rağmen böyle bir salağım işte! Affedebilirim ama ya yarın vazgeçtiğimde ne olacak? Benim hâlâ bir yerlerde saklı kalmış korkularım var. Çevremdeki bunca kişi, onu tanımayan, ona karşı hiç bir şey hissetmeyen kişiler, onu, bana bu acıları yaşattığı için hiç iyi görmüyorlar. İşte öyle bir an gelir ki, ki ben o anın gelmesini hiç istemiyorum; Artık ona karşı hiçbir şey hissetmediğim o an, vazgeçtiğim o an geldiğinde bu defter kapanacak. Tıpkı diğer gözümü kapattığım defterler gibi. İstemiyorum değerli arkadaşlar, istemiyorum. Bu defteri kapatmak ve yakmak istemiyorum. Ben bu acıyı bir müddet daha içimde yaşayacağım.

Teşekkürler Öz

Esen Kalın  


Bu içerik Harun İstenci tarafından oluşturulmuştur. İçeriğin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur. İstenci Systems
Yazar Harun İstenci Hakkında
1997 yılında İstanbul'da doğdu ve memleketi Kastamonu. Çocukluğundan bu yana bilgisayar sistemleri üzerinde çalışıyor ve internet üzerinde içerik üretiyor...
Daha Fazla...

istenci.com üzerinde milyonlarca içerik seni bekliyor...

2 yorum:

  1. Kimse bilemezdi bu hikayenin böyle biteceğini

    YanıtlaSil
  2. Ben okurken bir ömür geçti peki sen kaç ömür verdin yaşarken.

    YanıtlaSil

Yorum alanı herkese açıktır, lütfen kişisel bilgilerinizi paylaşmayın. Yorum alanlarını bir nevi forum olarak ta kullanabilirsiniz. Taciz ve zorbalık belirten yorumlar 24 saat içerisinde kaldırılır.