Öns'öz
Bu hikâye tamamı ile şahsım tarafından yaşanmış olup, hikayede birçok kişinin adı kullanılmak yerine, o, bu, şu, Öz, A ve B (...) kişisi olarak hitap edilmiştir. Tüm hakları tarafıma aittir ve kendi kişisel web sitem için kaleme alınmıştır. Kimsenin özel hayatına dair bilgi verilmemiştir. Saygılar.Bir şey oldu!
Hayatınız boyunca hiç bir şeye imkansız demeyin, olmaz, olamaz demeyin. Öyle bir olur ki! Öyle bir an gelir ki ne yapacağınızı şaşırırsınız. Sizlere hayatımın en sancılı 2 yılını anlatmak istiyorum. Herkesin bir yerlerde saklı kalmış veya çürümeye terk edilmiş acılı bir hikayesi vardır, benim de vardı, lakin benim ki bir hayli farklıydı ve kabullenmesi de bir hayli zordu, benim herkesinkinden farklıydı! Benim hikayem silahı kafama dayayıp tetiğe basmaya ramak kala olan bir hikayeydi. Psikoloğumun; "Ya arkadaş sen âşık olmuşsun!" diyerek, koyduğu tanı ile beni zıvanadan çıkarttığı tuhaf bir durumdu. Dostlarım ve psikologlarımın mücadelesi sayesinde atlatmak üzere olduğum bir hikayeyi sizlere burada anlatmak istiyorum. Başlıyoruz...En büyük dostluklarda Kasım'da başlar!
Ben hayatım boyunca nerede bir dertli görsem hep yardımcı olmaya çalışmışımdır. Ne zaman bir yerde boynu bükük görsem yerimde duramam hayatlarına yardım etmek istemişimdir. 2017'nin soğuk bir Kasım ayıydı, eğitimini almakta olduğum lisenin pansiyonunda biri vardı, her gecen gün daha da dikkatimi çekiyordu, sanki onda bir sorun vardı ve benim ona bir şekilde yardım etmem gerekiyordu. Bu kişinin hayatımı mahvedeceğinden haberim yoktu, bir yerlerde hep göz göze geliyorduk, bana bakarken sanki "Bana yardım et!" der gibiydi, bir şeyler olmalıydı, bir sorun, belki de bambaşka bir şey, çözüm bulmalıydım, ona da yardım etmeliydim.Bir gece yarısı onun yine uyumadığı ve telefonu ile vakit geçirmeye çalıştığı, oda arkadaşlarının ise bu durumdan rahatsız olduğu kulağıma gelmişti. Ayaklarımın üzerine doğruldum ve derin bir nefes almıştım. Sakin adımlarla onun odasına doğru yola koyuldum ve onun yanına sakince oturdum, "Nasılsın?" sorusuyla başlayan sohbet yaklaşık 4 saat sürmüştü. Bana bir çok şeyini anlatmıştı, hayatını, ailesini, arkadaşlarını, hatta telefonunun galerisindeki çoğu fotoğrafını bile bana göstermişti, hayatını ve ailesini bana övüyordu, aşk hayatına kadar bana bir şeyler anlattıydı. Sabaha karşı 4 sularına kadar ettiğimiz sohbet onun sadece bir kız yüzünden dertli olduğu kanısına varmamı sağlamıştı. Sohbetin son dakikalarında asi davranışları canımı sıkmış ve ben en sonunda uykulu gözlerle ondan müsaade istemiştim. Sabah ne olacağını kimse bilemiyordu. Sabah yine güneş doğudan doğacaktı ama ben dünyaya gözlerimi farklı açacaktım. Ne acıydı hiçbir şeyden habersiz bir şekilde odama çekildim, telefonumdan son gelen e-postaları ve bildirimleri kontrol ettim, yorganımı üzerime çektim ve uykuya daldım. Üzerimde hafif bir yorgunluk vardı ve aklımda ise az önce tam anlamıyla tanımış sandığım yeni arkadaşımın hikayesi. Düşüncelerle uykuya dalmıştım...
Sabah telefonumun çalması ile uyandım, sabah dediğime bakmayın saat 12 olmuştu ve uykulu gözlerle elim telefonu arıyordu, telefonu elime aldığımda arayan kişi oydu, bu saate kadar uyumamdan dolayı beni fırçalıyor, çarşıda olduğunu söylüyor ve beni çarşıya bowling oynamaya davet ediyordu, ben ise uykulu gözlerle ve titrek sesimle gelemeyeceğimi söyledim ve kapatmıştım telefonu. Zar zor pansiyonumun yemekhanesine kahvaltı yapmaya inmiştim. İçimde garip bir yanma vardı, aklımda ise o çocuk, çayımı yudumlarken, aşçımız Abdullah Abi ile sohbet ediyordum, bir yandan da hep onu düşünüyordum. Belki de defalarca sormuştu aşçı; "Neyin var? Bugün neşen yerinde değil!", her soruya cevap verebilen ben bu soruya bir türlü cevap veremiyordum. Veremezdim çünkü nedenini bilmiyordum, garipti, aklıma yıllar önce çocukluk aşkım olan Merve'ye karşı hissettiğim duygular geliyordu, göğüs kafesimde yanma, belli belirsiz bir mutluluk ve aklımın köşesinde dün geceki tanıdığım kişinin konuşma tonu. Bir şeyler oluyordu ama ne?! O korktuğum şey olamazdı, olmamalıydı! İmkansızdı! Ama oluyordu sanırım. Hep onu merak ediyordum, yemek yerken, sigara içerken veya bir sohbetin ortasında hep aklıma o geliyordu. Aman Allah'ım suçum neydi acaba benim? Bu bir ceza mıydı yoksa armağan mı? İyi şeyler mi olacaktı? Bilmiyordum ama artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı! Binlerce insan tanımıştım ama bu tanıdığım insan hepsinden farklı duygular yaşatmıştı bana. Ne olduğunu bilmiyordum ve yarının bana daha neler getirecek olduğunu da bilmiyordum ve inceden korkmaya başlamıştım.
Günler günleri kovalarken onun yanında olduğum zamanlar, Onun o güler yüzü, bana karşı olan samimiyeti ve inancı beni Ona daha çok bağlıyordu, onu her geçen gün daha çok kanımdan ve canımdan görmeye başlamıştım, öz kardeşim hiç olmadıydı ama onu sanki öz kardeşim gibi görmüştüm, Ona çok değer veriyordum, onun da bana karşı benim ona verdiğim değer gibi değer verdiğini düşünüyordum. Umarım yanılmıyorumdur diye de kendi kendimi ikaz ediyordum. Akşamları beraber sohbetler edip onu daha da yakından tanımaya çalışıyordum ve onun yurtta sıkılmaması için elimden geleni yapıyordum, evet ilk defa birisi için kanla başla mücadele ediyordum. Sonunda ne olacağını bilmeden bir şeyler iyi olsun, resmen daha da iyi olsun diye mücadele ediyordum. Her şey yolundaydı ya da yolunda gibiydi, onun yeni bir sevgilisi vardı ve o mutlu olunca ben de mutlu oluyordum, belki de ondan daha çok mutlu oluyordum. Günler öylece geçip gidiyordu ve ben onunla vakit geçirmekten çok memnundum, geceleri yanıma sohbet etmeye geliyor ve saatlerce dertleşiyorduk.
Uyku
Bir gece yanımdaydı ve benle sohbeti kesti telefonunda bir şeylere bakıyordu, ben ise tabletimde sosyal medyada gezinirken onun uyuya kaldığını fark ettim, onu uyandırmak istedim ama ilk denememde uyanmadı, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum ve o o kadar güzel uyuyordu ki uyandırmaya kıyamadım, çok değer verdiğim başka bir kardeşten öte arkadaşım olan Emirhasanoğlu'ndan ne yapmam gerektiği konusunda yardım istedim, dediği sadece; "Odası soğuk, gitmek istemiyordur, bilerek uyuyakalmıştır, boşver uyusun orada." dedi. Ben ise o uyurken Emirhasanoğlu ile biraz sohbet edip, sonrasında sabaha kadar onu izledim. Bana uykusunda sağdan sola dönerken o sarılması beni orada sarsmıştı. Hiç kardeşimin olmaması mıdır? Yoksa herkese karşı soğuk davranmam neticesi midir? Bilinmez ama yılların birikimi olan vefa yükü ona orada o gece patlamıştı, artık hiç iyi değildim, sanki o olmazsa hiç bir şey olmazmış gibi hissediyordum. Onun yanında olduğum vakit her şey sıradandı, sanki içimde, o yüreğimdeki yanma yoktu, lakin ondan uzak kaldığım vakit içimde yolunda gitmeyen bir şeyler oluyordu. Yanıyordu göğüs kafesim ve hep onu düşünüyordum. "Acaba durumu nasıl?", "İyi mi?", "Canı sıkkın mı?" hep ben bunlarla beynimi yoruyordum. Bir şeyler olmuştu! İyi değildim! Artık hiç iyi değildim! Günler ondan uzak kalınca bana zehir oluyordu ve benden onun sıkılıp uzaklaşması an meselesi gibi hissediyordum. Bir şeyler yapmalıydım, iyi veya kötü bir şeyler olmalıydı, okulumun birinci dönemi bitiyordu, bir kaç hafta kalmıştı ve o gidecekti, benim ondan ilk kopuşum olacaktı, aramıza yüzlerce kilometre girecekti ve o şuan yanımda uyuyordu. Ben ise olacakları ve olmayacakları düşünüyordum, o yanımdaydı, mutluydum, peki ya sonrası, muamma! Bir karar vermeliydim, ya hep onunla iyi olacaktım, ya da ondan uzak kalmalıydım.Kahve Hatrına
Hafta sonları memleketine gitmediğinde beraber takılıp, beraber film izler, beraber gülüp eğlenirdik, hafta içi de öyleydi ama hafta sonu onunla geçen zaman bambaşkaydı. Arkadaşlarımı, çevremi geçici bir süre sessize aldım, onlarla takılmaz oldum. Bu karmaşık duygu geçene kadar onlarla pek fazla muhatap olmamaya başladım. Onunla takılıp eğlenmeye başladım, benim çalışma odama gelip o da benimle vakit geçiriyordu, mutluyduk, birbirimize sözler verip, hayaller kurardık. Benim bilgisayar mühendisi olmak gibi kesin bir hayalim vardı, onun ise makine mühendisi olmak gibi belirsiz bir hayali. Ona yardımcı olmalıydım, benden resmen yardım istemişti, ona kaynak kitaplar konusunda yardımcı olmak istedim, çalışma odamı ona açtım, ona bir sandalye ve bir masalık yer ayırdım, hatta kendi masamı, kendi bilgisayarlarımı ve tabletlerimi emrine sundum. Bana öyle güzel bir ümit vermişti ki, ileride beraber çalışıp aynı üniversitede okuma hayallerimiz vardı, bunlar güzel şeylerdi, biriyle ortak hayaller kurmak ne güzel şeydi, beni derinden mutlu eden şeylerdi. Lakin bu mutluluk uzun süreceğe benzemiyordu, o yine mutsuz olmaya başlamıştı ve sevgilisinden ayrılmıştı. Bir şeyler yolunda gitmemeye başlamıştı, aramızdaki derin gönül bağı çatırdamaya başlamıştı ve ben bunu duyabiliyordum, onun yüzüne hür dikkat baktığımda onun duymadığını fark ettim, artık onun yanında olduğum zaman bile içimde çok kötü bir yanma belirmeye başlıyordu. Bir şeyler yapmalıydım! Onu hafta sonu kolundan tutup bir kafeye götürdüm, konuşmaya çalıştım, sevgilisinden ayrıldığı için ona teselli vermeye çalıştım. Ama beni hiç umursamıyordu, bir şeyler git gide raydan çıkmaya başladı ve okul kapanacaktı. Aklım ondaydı, onunda aklı başkalarında, beni hiç duymuyordu! O gün orada kahvemi zehir etti, bir şeyler yapmalıydım, aklım hep ondaydı...Günler geçtikçe benden soğumaya başladı, ben sanki bir şeyler iyi olsun diye mücadele ederken o ya görmüyor, ya da elinin tersiyle itiyordu, iyi değil gibiydik. Tatile çıkmadan hemen öncesinde yurtta son gecemizde sigarayı bırakmamız konusunda birbirimizle bir anlaşmaya varmak üzereydik, tatil boyunca içmemeye çalışacaktık, hatta hiç içmeyecektik! Benim sigaranın bana ne kadar zarar verdiğini fark etmem ve onunda ailesinin sigara konusunda ne kadar hassas olduğu bu illeti bırakmamız konusunda bizi hem fikir kılmıştı. Tatil girdiğinde kendisini çok özleyeceğimi, eğer mümkün olursa her gün 5 ya da 10 dakika gün boyunca neler yaptığımız hakkında telefonda konuşmamız gerektiğini, eğer o da olmazsa mesaj yoluyla birbirimizden haberdar olmamız konusunda anlaşmıştık. O ne beni memleketine gittiğinde aradı, ne de sonraki günler ben demeden aradı. Hep ben arayıp ulaşmaya çalıştım, bu çok acı vericiydi. Beni artık pek önemsemiyor ya da benden sıkılmıştı. Böyle olsun istemiyordum ama özlüyordum. Bir şeyler git gide yoldan çıkmıştı.
Yarıyıl Tatili
Tosya, Kastamonu'nun büyük ilçelerinden biriydi ve hem mesleğim gereği hem de memleketimin ilçesi olması gereği orada çok fazla kişiyi tanıyordum. Uçan kuştan, çöplükteki kediye kadar her şeyden haberdardım. En önemlisi de değerli parçam olan, Öz'ümün ne yaptığıydı. Madem ona canım istedikçe ulaşamıyordum, bari oradaki gözlerimden yardım almalıydım. Merak ediyordum, takıldığı arkadaşlarını, yani çevresini, yaşam tarzını, hep merak ediyordum. Duyacağım bazı şeyler aklımın ucundan bile geçmiyordu; Telefonum o gün farklı çalmıştı, hissetmiştim. Tosya'dan çevresi baya sağlam birisi olan A kişisi beni arıyordu. Selamlaştıktan sonra bugün akşam Öz'ümle beraber takıldıklarını ve durumunun gayet iyi olduğunu, neşesinin yerinde olduğunu bana söylemişti ve sonuna da eklemişti. "Abi dikkatimi çekti sigarayı çok dertli içiyor, derdi ne bunun?" gözümde ve sesimde bir titreme ile diğer elimle yumruğumu sıkmıştım. "Ne sigarası?" demiştim, "o sigara içmez, biz birbirimize söz verdik, kaç gündür içmiyoruz!" demiştim, A kişisi ise; "Hayır Abi, yanlışın var, gözlerimle gördüm, sana yalan söyleyecek halim yok benim, içiyordu işte, hatta peş peşe içiyordu." Evet, yanlışım vardı, o değilde Öz bana yalan söylemişti ve ben yalandan hiç haz etmezdim, mesajlarda ve telefondaki konuşmalarda bana içmediğini söylüyordu, lakin içiyordu ve ben o içmiyor diye içmemiştim günlerce. Sakinleşmem lazımdı ve bir koşu alt sokaktaki büfeden sigara ve bira almıştım, gerçekten sakinleşmem ve olayı idrak edebilmem gerekiyordu. O çok güvendiğim kişi bana söz vermiş ve ne sözünde durabilmişti, ne de doğruyu söylemişti. İdrak edemiyordum, bazı şeyleri sineye almak ve gurura yedirmek hiç kolay değildi! O çok sevdiğim kişi artık gözümde acı verici bir hançerdi. Kolay değildi! Artık bana mesajlarda çok ters konuşuyordu, beni azarlıyordu, o farklı bir insan olmuştu ve ben ona sigara içtin mi dediğimde; "Hayır içmedim!" demişti. sustuydum, bir şey söyleyemedim, içim içimi yiyordu ama son bana karşı dedikleri içimi parçalamıştı. Tartışmıştık, ikinci dönem hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını ve benden uzak durması gerektiğini ona söylemiştim o ise alaycı bir tavırla; "Ya he he!" deyip geçiştirmişti. Okullar açılana kadar konuşmadık, bir haber almadım ondan, Tosya'dan, çevresindeki insanlardan gelen telefonları ise açmadım, bir şekilde artık onu kendimden uzaklaştırmalıydım, ben ona karşı bambaşka duygular içine girdim, farklıydım, acı çekiyordum, vefa duygusu artık köreliyor, yerini kin ve nefret alıyordu. Onu çok seviyor ve ona bir zarar vermekten de çok korkuyordum.Zor Günler ve Keskin Tarihler
Kimin denetiminde bu yalanlar?
Ben her ne kadar çok sevsem de onu, bir diğer taraftan bana yalan söylemesinden dolayı ona çokta kızıyordum. Bazı şeyleri kabullenmek gerçekten zor, hele ki çok cân-ı gönülden sevmişken, vazgeçmek zorunda kalmak. Zor günler beni bekliyordu, esasen ikimizi de bekliyordu. Bunca yaşananlar çöpe atılacak gibi değildi ama ona çok kızıyordum, bana yalan söylemesi, yaptığım her iyilik karşısında beni elinin tersiyle itmesi, bir de bu tarifi imkansız duyguya beni sokması, beni resmen paramparça etmişti. Canım yanıyordu.Sabiha Gökçen Havalimanı - 4 Şubat 2018
4 Şubat Pazar sabahı saat 7:15'te uçağım Sabiha Gökçen Havalimanından Kastamonu'ya havalanacaktı. O şehre, Kastamonu'ya hiç gitmek istemiyordum ama onu da çok özlemiştim. Yaklaşık 5 gündür konuşmuyorduk, aklımda ve fikrimde tek o vardı, ben nasıl kıya bilirdim ona ve tutup gençliğimden nasıl af dileye bilirdim? İnsanın gözü dönüyor, çok sevsem bile bazen vazgeçmek gerekiyordu! Tanrı beni böyle sınıyordu, elbet vardı bir bildiği, eğer sonu kötü olsa neden beni böyle sınasın ki?! Karmakarışık bir duygu içindeydim, canım yanıyordu! Sanki göğüs kafesime Tosya çakısı saplıyorlardı. Gökyüzünde saate 850 kilometre hızla ilerlerken tek düşündüğüm sadece bundan sonra ne olacağıydı. Bilmiyordum, ilk defa bir şeyin sonunu kestiremiyordum. Gidiyordum işte ona doğru uçarak.İkinci bir şans! - 5 Şubat 2018
Akşam üzeri hızlı adımlarla yurda geçiyorduk. İlerlerken bir yandan da dua ediyordum, umarım sigara içmez o diye. Yurda geçtiğimizde o ise dersten geliyordu ve bana attığı o bakış, sanki kan davamız varmış gibi bana nefret dolu bir bakış attı. Hani inceldiği yerden kopsun derler ya, o kadar gergindi ki, sanki o an kopmakla kalmadı, o gerginlikle beni geri sarstıydı. Ben de ona öyle baktım, öyle bakışarak yanımdan geçti, arkasından bağırdım "Çabuk bilgisayar odasına gel!" diye. Garibim bir şey demeden sakince valizini bıraktı ve geldi, işin özünde onu o kadar çok özlemiştim ki, öfkeliydim ama! O anki öfkeyle telefonunu açtırdım ve bize dair iyi veya kötü, esasen çoğu kötü ne kadar mesaj varsa sildirdim. Arkadaşlarım yanımda her hangi bir şekilde öfkemi kontrol edememe karşı beni tutmak için tetikte bekliyorlardı. Sakince mesajları sildi, yüzüme dahi bakamadan gitti. Belki de bakmak istemedi. Gitti! Sahi, ne güzelde gitti.
50 Gün
"Peşime adam taktırıyorsun!"
Kimim ki ben?
Hayatımda ikinci kez ağladım! - 25 Mart 2018
İşin Öz'ünde kabul etmeliyiz, ben çok değer vermiştim, ben onun ilk tanıdığım gibi kalacağını düşünerekten bu kadar farklı bir gönül bağıyla bağlanmıştım. Bana o varoluş nedenimi açıklar gibiydi. Onunla olduğum süre zarfında Tanrı'ya olan bağım artmıştı. Sonrasında olacakları hiç düşünememiştim bile, ben o ilk tanıdığım haliyle kalır sandım, kalmadı! Eğer bilseydim böyle olacağını başından başımdan savmaya çalışırdım. Bir şekilde geldik buraya kadar, takvimler 25 Mart 2018 gününü gösteriyordu, paket almış ve benden habersiz paket aldı diye ben elinden o paketi almıştım, sabah kafası atan Öz'üm çarşıya basıp gitmişti. Hiç unutmam yağmurlu havaydı, sinirliydi, üzgündü ve cebinde sadece 20 ₺ parası vardı. Apar topar arkasından ben de gittim, telefonlarımı ilk başta açmadı ve defalarca aramamın sonucunda açmıştı ve sesi titriyordu; "Nerdesin?" sorusuna "Sanane!" ile karşılık veriyordu, o gün bana çok sinirliydi ve "...ne olacaksa olsun artık!" diyordu! Büyük ayıp etmiştim ve düzeltebilirdim, tek istediğim ondan anlayıştı. Zar zor yerini öğrendim, bir merdiven başında arkadaşını bekliyordu, gittim konuştum onunla, bana cebinden bir paket daha çıkardı, "...sen bana alma dedin ama ben gittim son paramla yine paket aldım!" dedi. İçim parçalandı ama belli etmedim, çünkü sinirliydim, elinden paketi aldım ve; "madem öyle içmeyeceksin bundan sonra sigara, bu paketi de yurt idaresine teslim edeceğim dedim!" Keşke demeseydim, elinden tutup sıcak bir yere götürseydim onu, bunun pişmanlığı hala daha üzerimde. Sonra beni aradı paketini vermemi söyledi, başka parasının olmadığını da ekledi. Ben tabi orada da kıyamadım, döndüm geri verdim, "...sen gelme! Arkadaşım geldi Tosya'dan, tanıdıkları falanda var onlarla takılacağım." dedi. Ben geri yurda dönmüştüm ve bu olanlardan sonra moralim hiç iyi değildi, Devrekani'den gelen cân-ı gönülden değer verdiğim bir başka arkadaşım Emirhasanoğlu'na olanları anlattım, o da; "...artık olmuyorsa zorlama, olsun artık ne olacaksa! Biz hep yanındayız senin. Böyle devam ederse daha çok üzüleceksin!" dedi, gittik üçer bira aldık, Kastamonu'ya karşı içtik. O sarhoş halimle Öz'ü aramışım ve onu yanıma çağırmışım. Yazık oldu, geldiğinde çok sert bir tokat attım, burnundan kan gelmişti. Nasıl oldu anlamadım, bana sert ve ters bakıyordu, bir anlık boşluğuma geldi ve öfkemi kontrol edemedim, yapıştırdım tokadı.
"Seni tanımıyorum!"
Naz diyelim!
1 Dakika 20 Saniye
Babasıyla karşı karşıya!
Deşifre olan sırlar!
Ben onunla iyi olduğum süre zarfında her şeyimi paylaşmıştım, hayatıma dair ne varsa anlatmıştım, çünkü hep soruyordu kim olduğumu, gerçekte sadece bir öğrenci olmadığımı biliyordu. Sanırım bunu da birilerine anlattı. Bundan hala daha emin değilim. Rahmetli Semih vardı, onun sınıf arkadaşıydı, bana bir gün yazdı; "Abi sana bir kızın Instagram hesabını versem, patlatır mısın?" Yine beynimden vurulmuşa dönmüştüm, bunu yapabileceğimi nereden bildiğini, hakkımda daha ne bildiğini sordum; "O'nun hesabını patlatmışsın, ona sordum senin yaptığını söyledi, hem zaten sen de A* adlı hacker grubunda hatrı sayılır biriymişsin!" Öyle sinirlenmiştim ki, Öz'e WhatsApp üzerinden açtım ağzımı, yumdum gözümü, o an ki sinirle resmen ağır tehditler ve hakaretlerde bulunmuştum. Hiç kimseye söylememesi gereken sırları hiç söylenmemesi gereken bir kişiye söylemişti. Bu beni iyice çıldırtmıştı.Ben o kadar öfkeli ve üzgündüm ki! Onu bu denli severken kaybettiğimemi yanayım? Yoksa onun bana yaptıklarına mı? Bilemedim. Ahım vardı, artık onu özleyen ben ona her aklıma gelişinde beddua etmeye başlamıştım. Bu içler acısıydı. Aklıma geldikçe; "Allah'ından bulsun!" diye sayıklar olmuştum. Esasen hep aklımdaydı ya, neyse! Haziran akşamı telefonum Tosya'da bulunan eski bir dost tarafından çaldı. Kaza geçirdiğini ve durumunun kötü olduğunu söyledi. Kafam iki elimin arasında olduğum yere çömelmiştim. Nasıl olurdu, sanki ölmüş gibi hissettim ve keskin bir acı tüm vücudumu sardı. Ona ulaşmaya çalıştım telefonlarımı açmadı. Mesaj attım; "Yapma, daha fazla yapma böyle, gel eskisi gibi iyi olalım, bak ahım geçiyor sana ve ben çok korkuyorum!" dinlemedi hatta umursamadı bile, ardından susması için yine tehdit mesajları ve hakaretler. Böyle olmamalıydı!
Aradan aylar geçtikten sonra Rahmetli Semih'den tekrar mesaj gelmişti; "Abi bi kız var, lütfen şu hesabı patlat, parası neyse veririm!" bana resmen para teklif etmişti. İstanbul'da işimi bırakıp, apar topar Kastamonu'ya gitmiştim ve çok sinirliydim. Onunla görüşmeliyim ve ona bunun ne kadar ciddi bir şey olduğunu anlatmalıydım. Semih'in çarşıda bulunan kafelerine kadar gitmiştim, kafenin tam ortasına oturmuş, onu bekliyordum, epey zaman geçti, 2 bardak kahve ve 10 dal sigara gitmişti ve o hâlâ daha ortalıklarda yoktu. Aradım telefon çaldı ama açmadı, annesinin telefonuyla bir dakika sonra beni geri aradı. Bilgisayarda oyun oynadığını ve gelemeyeceğini bana söyledi. O gün orada, onların kafesinde artık benim için o defter kapanmıştı. Ertesi gün ben geri dönüş hazırlığı yaparken elim bir trafik kazasında annesi ve kendisinin öldüğü haberini aldım. Üzücüydü.
Disiplin Kurulu
1.5 yıllık öfke ve hasret
Destinasyon: Tosya
Hakim olduğum çevre beni o şehre yalnız göndermedi. Arkamda ve önümde onlarca kişi vardı, ayak basacağım şehirde ise 20 küsür kişi beni bekliyordu. Ben ise yanıma sadece çok değer verdiğim liseden arkadaşım Emirhasanoğlu'nu aldıydım. O da beni hiç kırmadı; "seninle ölüme dahi varım gardaşım!" deyip geldi, sağ olsun, işte böyle insanlara kardeşim demişimdir her zaman. Tüm hazırlıklar yapıldı, kafede ki garsondan meydandaki gözcülere, şehrin girişinde ve çıkışında devriye atanlara kadar yaklaşık 50 kişi o akşam orada beni koruyor ve onu izliyordu. Bu kadar kişi beni sadece 17 yaşındaki bir çocuktan koruyordu. Durum garipti, ben ise dertliydim, şehrin tam ortasında onu bekliyordum, onu bekliyorduk. Geçen zamanın önemi yoktu, sanki zaman o an durmuştu. Gelen geçen beni izliyordu, gözümü nereye çevirsem bizden adamlar, yabancı yoktu! Sanki burası benim şehrim gibiydi. Çevremdeki kişilerden telefonuma gelen bildirimler an ve an onun ve arkadaşlarının nerede olduğunu, ne yaptığını rapor ediyordu. O gece o şehirde güzel şeyler olmalıydı. Kimsenin canı yanmamalıydı.
"Geliyor!" dediler...
Amacım; Eskisi gibi olmak değil, eskisinden daha iyi olmaktı...
Böyle olmamalıydı!
2 yıl oldu!
Son s'öz
Bir şeyi bin farklı şekilde de anlatsan biri seni anlamak istemiyorsa anlamıyor. İnsanlar değer vermedikleri insanı anlamazlar. Yanlışı onarmaya çalışmazlar. Boşuna yorulmayın yani muhtemelen de o kişi sadece size karşı böyledir. Esasen öteden bu yana baktığımda; Aslında o beni ilk hatamda sildi. Bunu o an fark etmiştim, belki dedim hani, insanı hayata belkiler bağlar ya hani. Bir şeyler iyi olsun diye çok uğraştım, o farkında olmadan ümit verdi ve yine kaybeden ben oldum. Kabul ediyorum ben bu savaşı kaybettim ama ben asla onun düşmanı değildim. Sadece bazı şeyleri kabullenemedim. Hayatımda tek bir kişiyi kaybettim, o da babamdı. Bundan sonra birileri ölmediği sürece kimseyi kaybetmem dedim, yanıldım. Demek ki birileri ölmeden de kaybede biliyormuşuz. Bunu anlamam çok uzun zaman aldı. Kabullenmem epey bir zaman aldı. Sanırım iyileşiyorum.Büyük dersler çıkarttım; Şiddetin hiç bir zaman çözüm olmayacağını, herkese az bir zamanda güvenilmeyeceğini anladım. Kibirin olabilecek en kötü şey olduğunu gördüm. Nerede kibirli insan görsem onu hep yanımdan kovan birisi oldum. Bana o insan çok büyük dersler verdi. Belki 23 yıllık hayatımın 2 yılı heba olmuş olabilir ama bu 2 yılda öğrendiklerim bana bir ömür yetecek tecrübelerdi. Bütün bu olan hadiselere ise bir imtihandı diyorum, benim bir kişiyle verdiğim zor bir imtihandı, hayatım boyunca verdiğim en zor sınavdı diyorum ve geçiştiriyorum.
Belki çıkıp gelmeyecek, belki yarın çok kötü şeyler olacak, belki de iyi şeyler olacak, kimse yarının ne getireceğini bilemiyor ama ben hiç ümidimi kesmiyorum. Evet arkadaşlar, çıkıp gelse ben yine ona sımsıkı sarılırım, bunca olanlara rağmen böyle bir salağım işte! Affedebilirim ama ya yarın vazgeçtiğimde ne olacak? Benim hâlâ bir yerlerde saklı kalmış korkularım var. Çevremdeki bunca kişi, onu tanımayan, ona karşı hiç bir şey hissetmeyen kişiler, onu, bana bu acıları yaşattığı için hiç iyi görmüyorlar. İşte öyle bir an gelir ki, ki ben o anın gelmesini hiç istemiyorum; Artık ona karşı hiçbir şey hissetmediğim o an, vazgeçtiğim o an geldiğinde bu defter kapanacak. Tıpkı diğer gözümü kapattığım defterler gibi. İstemiyorum değerli arkadaşlar, istemiyorum. Bu defteri kapatmak ve yakmak istemiyorum. Ben bu acıyı bir müddet daha içimde yaşayacağım.
Kimse bilemezdi bu hikayenin böyle biteceğini
YanıtlaSilBen okurken bir ömür geçti peki sen kaç ömür verdin yaşarken.
YanıtlaSil